Pazartesi, Temmuz 25, 2011

Bebek Nasıl Taşın(malıd)ır ?



Kuzey doğmadan önce pek çok konuda yaptığım araştırmalara, taşıma konusunu da dahil etmiştim. Henüz bir bebeğin nasıl bir şey olduğunu BİLMEDEN onu nasıl taşıyabileceğinizi veya taşımanız gerektiğini de bilemiyorsunuz doğal olarak.

Kısa sürede okuduğum onlarca yerli / yabancı blog yazısı, alışveriş sitelerinin “bebek taşıma” ürünleri ve yapılan yorumlar derken ilk üç ay hiçbir şey kullanmamam gerektiği, sonrasında da kanguruyla başlayabileceğimiz fikrine kapıldım. Yanılmışım…

Doğumdan 5 gün sonra kontrol için doktorumuza giderken kucağımdaydı kuzu. Muayenehane kapısının önünde bizden başka en az 7-8 kişi daha vardı ve birisi hariç hepsinin elinde “bebek taşıma çantası” olarak adlandırılan; altında karton üzerinde fermuarlı kaba bir parça, içinde bebek, üzerinde de SARI TÜLBENTler dikkatimi çekti. Diğer anne-baba oto koltuğu ile çıkarmışlardı bebeklerini yukarı, yeni doğan bölümüne. O kutumsu aletlerde taşımayacaktım bebeğimi, en iyisi kucağa devam...

Bir şeyi merak ettiğinde gözleri bi-xenon far gibi çalışan bendeniz hem internette hem de alışveriş merkezleri, pazar yürüyüşleri, akşam gezintileri gibi her mekanda (evet kuzu doğduğundan beri hep dışarılarda, bunu başka bir yazıda anlatacağım) bu konudaki araştırmalarımı hızlandırdım.

Markalar, tarzlar, öneriler, şikayetler… I-ıh çıkamadım işin içinden. Kuzey neredeyse 2. ayını bitiriyordu ve ben hala “kesesiz kanguru” modelinde bebeğim kucağımda geziniyordum. Evimizin karşısındaki markette reyonları aheste gezerken bazen üzerimize bir örtü atıp emziriyordum da. Ve hala hem bebeğimin hem benim rahat edebileceğimiz, hem uyutup hem emzirebileceğim, hem şık hem faydalı bir ürün olan SLİNGlerden haberdar değildim! Kendime haksızlık etmeyeyim, sanırım böyle bir ürün olabileceğine inanmadığım için araştırmalarım yüzeysel oluyordu ve sonuca ulaşamıyordum.

Derken bir gün annemden bir haber: “Filanca ünlü yeni doğan bebeğini üstüne bağlamış, çocuk boğulacak diye ortalık ayağa kalktı!” BOOİİNNGGG diye bir ses çınladı kulağımda, başımın üzerinde 100 mumluk bir ampul belirdi: üzerime bağlamak!!!… Kuzey’i üzerime bağlayabilirsem iki elimi de kullanıp tezimi bile yazabilirdim!

İşte o gün SLİNG denen bir şey olduğunu,  bunun çok eski bir yöntem olup pek çok da çeşidi olduğunu öğrendim. Hatta uzunca uygun bir kumaş bulup evde kendim bir sling yapabilir ya da bir mağazaya gidip deneyerek alabilirdim. Tabi ki ikincisini seçtim.(Üşendiğimden değil yahu, sırf merak). Ankara’da bize en yakın bebek mağazasına gidip slingleri sorduk. Ancak o gün annem de yanımızdaydı ve her tür yapay taşımaya ilk üç ayda karşı olduğunu inanılmaz belli etti. Öyle ki satıcı kızcağız “Ayyy anneanne nasıl korktuuu” şeklinde hayret cümleleri kurdu.

Evet bebeğim biraz küçüktü, kendini olabildiğince salmış uyuyordu ve ilk slingimizin içinde kaybolmuştu ama denemeye değerdi. Araştırmalarım sürdü. Başlangıç için hangisi öneriliyor, hangisi kaç yaşına ve kiloya kadar kullanılabiliyor gibi pek çok soruma da yanıt bulunca internetten siparişle bir sling aldım. Rahat, Kuzey için hareket alanı olan, pek çok farklı pozisyonda ve çift taraflı kullanılabilen, pratik, üstüne üstlük KIRMIZI =oD


Slingimizin geldiği gün “bebeğimi üzerime giyerek” bir yürüyüş provası yapayım dedim. O kadar rahat ve mutluyduk ki, evimizden elimizi kolumuzu sallaya sallaya IKEA’ya kadar yürüyüp geri geldik kuzuyla. Yürüyüş yolumuz boyunca araçların yavaşlayarak bakmaları mı dersiniz, alışveriş merkezinde parmakla gösterilmeler mi, durdurulup marka - fiyat - kullanım soranlar mı, yoksa "ablam hamile gösterebilir miyiiiim" diye fotoğraf çekenler mi... Anormal soru ve yorumlar beklerdim okuduklarımdan sonra ve cevaplarım da hazırdı ama gerek kalmadı. Teyzelerin bakışları biraz korku dolu, hamile ve yeni anneler meraklı idi. Ama en önemlisi ben rahat, Kuzey’im de huzurlu ve mutluydu…

Tabi slingimizi kullanma alanımız hayal gücümle orantılı olarak arttı. Önceleri tezimi yazarken kuzuyu içine koyup emziriyordum. Bir memeyle işimiz bitince hop slingi diğer omza as ;) Sonra birlikte mutfak malzemelerinden şarkılar besteleyip yemekler yaptık. Balkonda çamaşır astık. Lavaboları temizledik. Diş fırçaladık. Alışveriş yaptık. Sağ el bileğim incindiğinde de Kuzey kuzu tüm gün kucağımdaydı…

Slingler kendilerine kaç yıl önce ticari anlamda piyasada yer etti bilemiyorum ama etmemiş olsaydılar da bir çarşafı kesip bebeğimi göğsüme / sırtıma bağlardım sanırım. Nefesini, kalbini hissedebilmek; sıcağımı, şefkatimi ona sunabilmek için. Denemediyseniz deneyin derim. Vee hep söylerim “Her saat büyüyen bu kuzuları, bir gün kucağınıza almak, koklamak istediğinizde çok geç kalmış olacaksınız. Vaktiniz varken sınırsız temasın tadını çıkarın”

Sevgiyle…




Salı, Temmuz 05, 2011

ARŞİVDEN BİR YAŞ PASTA YAZISI

Bu sabah dolapta bekleyen pastaya dadanmak üzere iken aklıma bir kaç sene önce kaleme aldığım (*) yazı aklıma geldi. Paylaşmak istedim...



TATLI TEHLİKE

Yaş pasta, çoğumuz tarafından sevilerek tüketilen bir gıda maddesi. Çeşitli içeriklerde hazırlanan yaş pasta, ülkemizde daha çok çikolatalı ve meyveli olarak tüketime sunulmakta. Bu ay, işlenmiş gıda maddeleri sınıfına giren bu tatlı lezzetin, uygun koşullarda üretilmediği takdirde sağlığımız açısından büyük risk taşıdığı gerçeğini gözler önüne sereceğiz.

Gıdalarda bozulma fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik olarak şekillenebilir. Yapısından dolayı raf ömrü uzun olmayan yaş pastalar, yüksek nem içeriği ve su aktivitesi dolayısıyla bakteri, maya ve küfler ile mikrobiyal bozulmalara uğrarlar. Bu durum gıda zehirlenmesi olarak tabir edilen önemli sağlık problemlerine neden olabilmektedir.  

Yaş pasta yapımında kullanılan çikolata, yumurta, meyve, süt ve krema mikrobiyolojik yönden bozulmaya hassas gıda maddeleridir. Hijyenik koşullarda üretilmemeleri, içeriğinde yer alan maddelerin istenilen nitelikte olmaması ya da üretim sonrası uygun koşullarda saklanmamaları gibi durumlarda, sağlık açısından önemli tehlikeler ortaya çıkabilmektedir. Önemli bir başka nokta ise, bu ürünlerin baskın vanilya aroması nedeni ile çok sayıda mikroorganizma ihtiva etseler bile tat ve kokularında fark edilebilir bir değişikliğin olmayabileceğidir.

Yapılan bilimsel pek çok araştırma, yaş pastaların belirli bakteriler yönünden gıda zehirlenmesi riski taşıdığını ortaya koymuştur. Bu bakterilerden bir kısmı çiğ yumurta tüketimi, pasta, mayonez ve dondurma yapımında kullanılması gibi durumlarda da zehirlenmeye neden olmaktadır. Zehirlenmeye neden olan bakterilerin büyük çoğunluğunun ısıya maruz kaldıklarında, yani gıda maddesine pişirme işlemi uygulandığında etkisiz hale geldiği kanıtlanmıştır. Oysa ülkemizde yaş pasta üretiminde genellikle ısıl işlem görmemiş kremalar kullanılmaktadır. Ayrıca pastalara yapısal özellikleri gereği üretimleri esnasında herhangi bir pişirme işlemi uygulanmamaktadır. Mikrobiyolojik açıdan oluşan risk, en çok bu noktada ortaya çıkmaktadır.

Ne yazık ki, ülkemizde yapılan çok sayıda araştırma, tükettiğimiz yaş pastaların mikrobiyolojik kalitelerinin iyi olmadığını göstermektedir. Gıda zehirlenmesi açısından potansiyel risk taşıyan bu durumun önüne ancak bilinçli ve duyarlı davranarak geçilebilir.

Mikrobiyolojik açıdan bozulmaya hassas olan gıda maddelerinin üretiminden tüketimine kalitelerinin belirlenmesi önemlidir. Üreticilerin, üretimin her aşamasında uygun koşullarda çalışmaları ve tüketicinin bu konuda bilinçli olması, halk sağlığı açısından doğabilecek tehlikeleri büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır.

Pastanelerin denetimlerini sıklaştırarak personel eğitimine önem vermeleri, yine personel ve işletme hijyenini her an en üst seviyede tutmaya özen göstermeleri, üretim koşullarının iyileştirilmesi, tüketici sağlığı açısından önemlidir. Üretim yerlerinin hijyenik koşullarını iyileştirme açısından, işletme sahiplerinin konu ile ilgili kuruluşlardan profesyonel eğitim  hizmeti almaları ve personellerini bu koşullarda eğitmeleri, sorunun çözümü açısından oldukça faydalı bir girişim olacaktır.

Tüketiciler açısından riskleri mümkün olduğunca alt seviyelere indirmek için, uygun teknolojik üretim tekniklerinin (good manifacturing practices GMP) uygulanması gereklidir. Üretim eğer geleneksellikten uzak, endüstriyel bir şekilde yapılıyorsa daha detaylı bir kalite güvenliği sistemi olan tehlike analizleri ve kritik kontrol noktaları (hazard analysis and critical control points HACCP) sisteminin uygulamaya konulması önemlidir.

Unutulmamalıdır ki, bütün üreticiler hazırladıkları ve tüketime sundukları gıdalarda yüksek hijyen güvenliğini ve yeterli mikrobiyal kaliteyi sağlamak için endişe taşımakla sorumludur.

* Cumhuriyet Gazetesi; Tarım, Gıda ve Hayvancılık; 10 Haziran 2008, Salı. Yıl:4 Sayı:16 Sayfa:11.