Perşembe, Haziran 30, 2011

BEBEKLER ve DEDELERİ


“Bebek geliyor.”

Gördüğüm kadarıyla bu haber söz konusu bebekle kan bağı olan olmayan herkesi pek mutlu ediyor. İnsanların -kişilikleri- ne olursa olsun gözlerinde masum bir bakış, dudaklarda sevimli bir gülümseme peydahlanıyor.

Babam, kıymetlimdir. Ona haberi telefonda verdim. Beklediğim tepki sanırım onun gösterdiğinden biraz daha abartılıydı. Hamileliğim boyunca her gün uzun telefon görüşmeleri yaptık. Gelişmeleri yakında takip etti. Ancak bana göre hala bir tuhaflık vardı. Sanki yeni bir bebek değil de ben yeniden doğacakmışım gibi davranıyordu. Evet tam anlamıyla böyle…

Doğumdan kısa bir süre önce yüz yüze yapılan bir görüşmede bana tüm açıklılığı ile şunu söyledi: “Yavrum ben dede olmayı bilmem ama babayım. Bu doğumla senin hastalığın (yıllardır boğuştuğumuz kistlerimden bahsediyor) geçecekmiş ya, ona çok seviniyorum” Gözlerim yaşardı o an, e gebelik hormonları malum! Benim babam, meğer, bana artık pek de zararı dokunmayan kistlerim geçecek diye seviniyormuş 9 aydır. Baba olmak nasıl bir şeydi ki? Sevgilim de mi evladımızla ilgili böyle ayrıntısal yücelikler yaşayacaktı? Dayanamadım sordum: “E dede olacağın için sevinmiyor musun yani?” Çevresindeki herkes babama dedeliği çok farklı ve yoğun bir duygu olarak tanımlamış ve hayattaki odak noktasının torunlar olduğunu söylemiş. Babam: “Ben annen sana hamileyken de ben böyleydim, seni kucağıma alana kadar hiçbir şey anlamamıştım, bilmem, belki de onu görünce anlayacağım”

Bu arada benim dünyalar tatlısı sevgilim kendi bilgisayarını babama hediye etti. Akşamları bilgisayarda okey oynayan babaya sürpriz olsun diye oyuncuları Osman (babam), Serkan (sevgili), Nihan (bendeniz) ve Kuzey olarak adlandırdık. Aslında babamın Kuzey ile iletişim kurma çabaları bu noktada başladı. Gecenin köründe arayıp bir “Ho ho hooo” gülüşü yaptıktan sonra “Kuzey çok fena yendi beni yauv” diye söylendi durdu. Ardından da ekledi “İnsan toruna da kızamıyormuş !” Evimize geldiği bir gün de, karnımda sıkıntıdan bir mide bir böbrek tarafına tekmeler yağdırıp göbeğimin çeşitli yerlerinde minik tepecikler oluşturan Kuzey ile bu durumu şaşkınlıkla izleyen babamın eli tam da göbeğimin üzerinde birleşti. Tepki şuydu: “Vay anasını !”


Kuzunun geldiği gün ben apar topar sezeryana alındığım için, babam hastaneye operasyon esnasında yetişmiş. Bebeğimi görünce yaşadığı şaşkınlık ve heyecanı tarif edemez. Benim hatırladığım sahne ise ameliyathaneden çıkıp sedyeyle odama götürülürken bir ara gözümü açıp gördüğüm “beyaz gömlekli babam”. O gün yoğun bir gribal infeksiyon geçirdiği için elimi bile tutamamış, hemen ayrılmış hastaneden.

Hastalığı uzun sürdü. Telefonla sık sık bilgi aldı. Bir ara “Böyle uzaktan iyi, onu görürsem bir daha ayrılamam diye korkuyorum” demişliği de vardır. Sonra bir gün buluştuk. Henüz 3.5 kilo olan minik kuzuyu kucağına bıraktığımda korkusunu gözlerinden okudum.  Kollarını uzatarak, kucağına iki somun ekmek almış küçük çocuklar gibi göründü gözüme babam. İşte o gün gerçek dede-torun aşkı başladı.

Bir sonraki buluşmalarında “dede” elinde pek çok çıngırakla geldi evimize. Aynı gün içinde kuzunun altını değiştirdi, uyuttu, gezdirdi. Kuzey de bana yapmadığı cilveyi dedeye bahşetti. Benim babam, mükemmel bir dede oldu.

  
Dede olmak, bence hayatın kaymağını yemek. Çocukları henüz bebekken tüm babalar çalışmak zorunda. Arta kalan zamanlarda sevgilerini ne kadar gösterebildikleri de şüpheli tabi. Tam hayat yavaşlamış, iş güç bitmiş, gülümsemeye neden ararken geliveren minik, şımarık bedenler pek tabi onlar için neşe kaynağı oluyor. Genelde anneanne, babaanne gibi “Aman onu yap, yok bunu yapma, şöyle mi tutsan, böyle mi beslesen” kaygıları da taşımadıkları için (yok yok biz kadınlar bir tuhafız gerçekten…) minik insanlarla hayatın tadını çıkartıyorlar. Biraz da zamanında aynı yoğunlukta sevgi gösteremedikleri çocuklarının acısı çıkıyor sanırım…      

Yorumlarınızı bekliyorum, sizin dedeler ne alemde?